Kadın ve Demokrasi Derneği KADEM’in Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile birlikte düzenlediği III. Uluslararası Kadın ve Adalet Zirvesi, “Ailenin Güçlendirilmesi”ana teması ile İstanbul’da Grand Cevahir Otel’de devam ediyor.

Zirve kapsamında paralel oturumlar gerçekleştirildi. Oturumlarda, ailenin güçlendirilmesi yönünde değişik alanlardaki gelişmeler, başarılı örnekler ve devam etmekte olan sorunlarla ilgili tespit ve çözüm önerileri tartışıldı.

“Modern Dünyada Aileyi Bekleyen Tehditler ve Fırsatlar” oturumunda şehir yaşamından, eğitim ve sağlığa kadar aile hayatına etki eden çok sayıda konu ele alındı.

Uluslararası Aileyi Geliştirme Federasyonu Uluslararası İlişkiler Direktörü Moderatör Dr. Ignacio Socias’ın moderatörlüğünde gerçekleşen oturumda aileyi en yakından ilgilendiren konular masaya yatırıldı.

AİLE REFAH İÇİNDE YAŞAMALI

Dr. Ignacio Socias,” Aileler söz konusu olduğunda neler olduğunu çok daha iyi anlamak istiyoruz” diyerek şu şekilde devam etti:

“İstanbul bu konuların tartışılacağı en önemli yerlerden biri. Bir ailenin sadece hayatına devam edebilmesi değil refah içinde yaşaması da çok önemlidir.

Fakat yoksulluğu aştığımız zaman bu sefer zaman yoksulluğu ortaya çıkabiliyor. Bu sefer de ailede sevgi eksikliği olabiliyor. Aile zorluk içinde olduğunda sadece fiziksel değil zihinsel sorunlar da meydana gelebiliyor. Nasıl yaşayacağımızı ailelerimizin içinde öğreniyoruz.”

KENT YAŞAMI AİLEYİ DE ETKİLİYOR

Mimar Fehmi Bilge ise kent yaşamının insana olan etkisinden söz ederek, İstanbul medeniyetin kalbi olmuş, farklı kültürleri bir araya getirmiş bir şehir. Ailenin güçlendirilmesinde mekan ve şehirlerin etkileri çok önemlidir” diye söyledi.

“İnsanın en büyük hikmeti şehir kurma hikmetidir” diyen Fehmi Bilge, “Şehir de kendi içinde insanı geliştirir. İnsanın hayatını düzenlemek için yaptığı şehirler medeniyetin kalbidir. Şehirler toplumların ruhunu yansıtır. Dünya giderek tek tipleşiyor. İnsanı merkezi koymayan bir şehirde yaşamak zorunda kalan birey giderek insan da nesneleşir. Günümüzde tüketen yereli yok eden insan ondan azami derecede faydalanma yoluna ve hırsa neden olur. Böylece şehir sadece barınma anlamına gelir ve şehir ile insan arasındaki bağ iyice zayıflar. İstanbul gibi kimliği olan bu şehir de büyük bir fiziksel ve sosyolojik zorlama altında. Komşuluk hukukunu önemseyen, organik sokak yapılarının olduğu, mahremiyet, aidiyet ve güvenliğin olduğu şehir hayatından giderek daha olumsuz bir noktaya geldik. Eğer siz fonksiyon amaçlı bakarsanız şu andaki mevcut çoğu ev planlarından mutlu huzurlu aidiyet hissi olan bir toplum çıkmıyor” diye konuştu.

YOKSULLUK KISIR DÖNGÜSÜ KIRILMALI

Wittgenstein Nüfus ve Küresel Beşeri Sermaye Merkezi’nden nüfusbilimci Dr. Dimiter Philipov, “Yoksul aileler iyi bir eğitim sağlayamaz çocuklarına. Kendileri ve çocukları için daha iyi bir sağlık hizmetine erişemezler. Bunun dışında yoksulluğun bir diğer boyutu da şudur. Yoksul ailelerde büyüyen çocuklar bunun normal olduğunu düşünürler” dedi.

Dr. Dimiter Philipov, çocukların da geleceklerini bu yoksulluk bakış açısıyla kurduklarının altını çizerek, “Yani yoksulluk da yoksulluğu doğurur. Bu bir kısır döngüdür ve bunun kırılması gerekir. En önemli politika da yoksul ailelerin çocuklarının eğitimini sağlamaktır. Aileleri buna teşvik etmek de STK’ların görevleridir. İstihdam sorunu ve dışlanma da diğer kırılganlık sebepleridir. Özellikle kadınlar için daha yüksek eğitim, sağlık ve istihdam olanakları bunları aşmak için şarttır. Daha iyi insan sermayesi daha fazla mutluluk getirir” diye konuştu.

 AİLE KALPSİZ BİR DÜNYADA SON SIĞINAK

Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Psikiyatr Prof. Dr. Kemal Sayar, ailenin günümüzde kalpsiz bir dünyada son sığınak olarak nitelendiğini söyledi. Kemal Sayar, “Ailenin güçlendirilmesi için hepimizin görevi var. Ailenin yangın yerine döndüğü yerde ruhsal kötülükler de beraberinde getirir. Ailenin bir ferdi psikiyatriste geldiği zaman çoğu zaman yanlış üyesi psikiyatriste gelmiştir. Oysa onu hastalandıran onun üzerinde olumsuz etki yapanlar kendilerine yakıştırmadıkları için o koltukta oturmazlar. Her ailenin acısının bulunması ve yarasını iyileştirmek gerekir. Aile terapisi yüzleşmeyi sağlar. O Yarayı karşılıklı etkileşimlerle iyileştirmeyi sağlar. Ailedeki iletişim tıkanıklığı problemin daha da çözümsüz hale gelmesine neden olabilir. Anne baba ve çocuk arasında sürekli etkileşim halindendir. Bu üyelerden biri problemli olduğunda hepsine yansır” diye söyledi.

KADINLAR NESİLLER ARASINDAKİ EN KALICI BAĞ

Agder Üniversitesi’nden Prof. Gunhild O. Hagestad ise, yaş ayrımının bugün üzerinde çok konuşmadığımız bir konu olduğunu belirterek konuşmasına şu şekilde konuştu:

“Kadınların hayatına baktığımızda çok ciddi dönüm noktaları gördük. İnsanlık tarihine baktığımızda her zaman nüfusun yarışı 15 yaşın altındadır. Norveç ve Japonya’da nüfusun yüzde 60’ı 60 yaşın üzerinde. Pek çok batı Avrupa ülkesinde çocukların yarısı 4 büyük ebeveyni birden hayatta oluyor. 40 yaş seviyesinde bile 30’lu yaşlarındaki insanları 1 büyük ebeveyni hayatta olmuş oluyor. Norveç’te en büyük torunun 65 yaşında olduğunu görmüştük. Kadınlar daha uzun ömürlü olduğu için nüfusta daha fazla kadın görüyoruz. Kadınlar yaklaşık 6 yıl daha fazla yaşıyor. Kadınlar nesiller arasındaki en kalıcı bağı oluşturmuş oluyor. En kalıcı bağ anne ve kız çocuğu arasında oluyor. “

Editör: MURAT ÖZER